Çocukluğumda benim için dünya, mahallemden ibaretti. Yaşadığım şehir bile bana yabancıydı, uzaktı. O dönemde aynı şey şirketler için de geçerliydi. Şirketlerin büyük çoğunluğu kapalı sistemler içinde faaliyet gösteriyorlardı;

Rekabet kısıtlıydı,
beklentiler yüksek değildi,
yaşam yavaş akıyordu.
şirketler çalışanlara huzurlu, güvenli limanlar sunuyordu.

Bu ortam, değişimi öncelikle bir tehdit olarak algılamaya yatkın insan doğası nedeniyle de değişime sıcak bakmayan bir kültürü destekliyordu.

Bu günse çok farklı bir dünyada yaşıyoruz. Hem yaşam biçimlerimiz hem de iş dünyasının koşulları çok değişti. Globalleşen dünya, çılgın teknolojik imkanlar hem bireylere hem de şirketlere sayısız fırsatlar sunuyor. Bu fırsatların değere dönüştürülmesi ise 40 yıl önce ihtiyacını duymadığımız yetkinlikleri gerektiriyor.

Her şey çok çabuk eskiyor, değişim, gelişim artık bir seçenek olmaktan çıktı. Hem bireylerin hem şirketlerin değişim becerilerini geliştirmesi gerekiyor. Yeni ürünler, hizmetler ancak özel konularda, derinlemesine uzmanlığı olan farklı ekiplerin işbirliğiyle ortaya çıkarılabiliyor. İletişim, koordinasyon becerileri çok daha ön plana çıktı.

Değişimi projelerle yönetiyoruz. Şirket yönetimleri de bunun farkında ve proje yönetim performanslarını geliştirmeye çalışıyorlar. Çoğu şirket, proje yönetimini satınalma, finans gibi bir fonksiyon olarak ele almaya başladı, proje yönetim ofisleri kuruluyor.

Gelişmeler projelerin ve proje yönetiminin iş dünyasındaki yükselişinin önümüzdeki dönemde de devam edeceğini gösteriyor.